G-YNGZ371DBD
Dolar
Euro
Altın
BİST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Gerçekten Düşündüğünde Kaç Kişi Kalıyor Yanında?

18.06.2025
42
A+
A-

Nietzsche, sürüden ayrılanı kurt kapar derler; oysa sürüden kalan zaten kurttur, der.

Kalabalığın içinde tek başınayken, kendinizi hiç “sürünün dışında” bir kurt gibi hissettiniz mi? Nietzsche’nin bu çarpıcı uyarısı, düşünmenin paradoksal doğasına ışık tutuyor: Hakikati arayan zihin, kaçınılmaz olarak bir yalnızlık çölüne mi düşer?

Gündelik hayatın ritmi bizi sığlığa davet eder. Bir doğum günü partisinde, yüksek sesle çalınan müzik ve renkli balonların arasında, içten içe “Gerçekten bu insanlarla neyi paylaşıyorum?” diye sorguladınız mı?

Ya da sosyal medyada yüzlerce “arkadaşınız” varken, derin bir kaygıyı veya coşkuyu paylaşacak tek bir samimi sesin eksikliğini?

Buradaki trajedi, “Nasılsın?” sorusunun otomatik bir “İyiyim”le geçiştirildiği, yüzeydeki neşenin altında yatan sessiz yabancılaşmadır.

Düşünmek, bu yüzeysel okyanusta bir derinlik dalgıcı olmaktır; nefes alabilirsiniz, ama artık aynı basınçta yaşayamazsınız.

Felsefe tarihi, bu yalnızlaşmanın tanıklarıyla doludur. Sokrates, Atina’nın güneşli agorasında gençlerin zihnini “sorgulama” kavramıyla aydınlattığı için, toplumun konforlu cehaletini tehdit ettiği gerekçesiyle baldıran zehrini içmeye mahkûm edilmedi mi?

Onun suçu, uyuyanları uyandırmak, rahatsız etmekti.

Schopenhauer’un acımasızca formüle ettiği gibi: “Ya yalnız olacaksın ya da sıradan.” Toplumsal mekanizmalar: ister bir okul koridorundaki baskı, ister bir aile toplantısındaki tabular; sorgusuz itaati ve uyumu ödüllendirir.

“Peki ya hepimiz yanlış biliyorsak?” diye fısıldayan bir ses, bu mekanizmanın dişlilerine çomak sokar.

Öğretmen müfredatın ötesini sorgulatırsa “asi”, ev hanımı televizyonun sunduğu hayat kalıplarını reddederse “huysuz”, ofis çalışanı anlamsız rutini sorgularsa “uyumsuz” damgası yer.

Peki bu, düşünmenin bir lanet olduğu anlamına mı geliyor?

Kesinlikle hayır. Nietzsche’nin kurdu, sürüden ayrılma cesareti gösterendir. Bu yalnızlık, boş bir çöl değil, verimli bir vahadır.

Van Gogh’un yalnız atölyesinde doğan “Yıldızlı Gece”, Kafka’nın Prag’daki odasında filizlenen “Dönüşüm”, Virginia Woolf’un iç hezeyanlarından yükselen “Dalgalar”; hepsi bu içsel vahanın ürünleriydi.

Bu yalnızlık, kendi iç evreninizin sınırsızlığını keşfettiğiniz, dış onayın gürültüsü yerine iç hakikatinizin sessiz gücüne kulak verdiğiniz bir alandır.

Epiktetos’un dediği gibi: “Özgür olmak istiyorsan, kimsenin seni övmesini ya da yermesini umursama.” Bu içsel özgürlüğün tapınağı, dış dünyanın kalabalığından arınmış yalnızlıktır.

Öyleyse esas soru şu: Bu kaçınılmaz yalnızlığı nasıl yorumluyorsunuz?

Bir hapis mi, yoksa bir kale mi?

Yalnızlığınız sizi kemiren bir karanlık mı, yoksa düşüncelerinizi besleyen verimli bir toprak mı?

Kendinizle baş başa kaldığınızda, kaçmaya mı çalışırsınız yoksa bu anları bir armağan gibi mi karşılarsınız?

Sürüye dönüş mü, yalnız yolculuk mu?

Düşünmenin getirdiği bu izolasyondan korkup, sorgulamayı bırakarak rahat kalabalığın kollarına dönmeyi mi seçersiniz?

Yoksa bu yalnızlığı, hakikate giden yolun bedeli ve bir onur nişanesi olarak mı sahiplenirsiniz?

Yaşadığınız yalnızlık, sizi diğer insanlardan koparan geçilmez bir duvar mı, yoksa kendi iç zenginliğinize, dolayısıyla gerçek bağlantılar kurma potansiyeline açılan bir kapı mı?

Unutmayın!

Düşünmek bir ayrılıştır, evet. Ancak bu ayrılık, sığlıktan derinliğe, bağımlılıktan özgürlüğe, gürültüden anlama doğru bir göçtür.

Sokrates, Nietzsche, Kafka; hepsi farklı zamanlarda aynı yalnızlık çölünü yürüdüler. Sizin ayak izleriniz hangi yöne bakıyor?

Sessizliğiniz bir boşluk mu, yoksa yankılanan bir hakikat mi?

Yanıt, sizin nasıl bir “kurt” olmayı seçtiğinizde yatıyor.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.