YAVAŞLA, DÜNYA SENDEN HIZLI DEĞİL
YAVAŞLA, DÜNYA SENDEN HIZLI DEĞİL
Sabahları uyanıyoruz. Gözümüzü açmadan elimiz telefona gidiyor. Henüz kahvaltı etmeden haberleri tarıyor, e-postalara bakıyor, sosyal medyada kim ne yapmış diye kontrol ediyoruz. Gün daha başlamadan zihnimiz savaş alanına dönüyor. Saat 07.00… Ama biz sanki çoktan yorulmuşuz, aşk acısı çeken Funda gibi.
Artık kimse “an”ı yaşamıyor. Herkes bir sonraki adıma, bir sonraki paylaşıma, bir sonraki başarısızlık korkusuna koşuyor. Hayat sanki bir maraton. Ama bu yarışın bir sonu yok. Ne bir başlangıç çizgisi var ne de bir bitiş. Hep daha fazla çalış, daha çok kazan, daha hızlı ol, daha erken kalk, daha çok paylaş… Herkesin dilinde aynı kelime: “Yetişmek.”
Ama kimse sormuyor: Neye yetişiyoruz? Kime? Nereye koşuyoruz? Bu kadar hızla koşarken neyi kaçırıyoruz?
Dünya mı hızlandı, biz mi delirdik?
Belki de bu çağın en büyük sorunu bu: Tüketiyoruz. Her şeyi… Zamanı, duyguları, ilişkileri, hatta kendimizi. Daha 25 yaşında insanlar tükenmişlik sendromundan bahsediyor. 30 yaşında insanlar yaşlanmış gibi davranıyor. 40 yaşında insanlar hayal kurmayı bırakıyor. Hep bir yorgunluk, hep bir boşluk hissi… Halbuki ne oldu, biliyor musun? Sadece durmayı unuttuk. Soluklanmayı. Sessizliği. İçimize dönmeyi. Herkes zengin olma çabasında; evlenemeyenler evlenme, evliler boşanma çabasında.
Dünyanın hızı sabit. Ama biz kendi hızımızı kendimiz artırıyoruz. Her bildirimle, her karşılaştırmayla, her “yetemedim” hissiyle kendimizi biraz daha yoruyoruz. Ve bu yorgunluk, bedenimizi değil, ruhumuzu hasta ediyor.
İnsan makine değildir. İnsan dediğin varlık; düşünen, hisseden, ağlayan, gülen, anlam arayan bir varlıktır. Ama biz kendimizi makine gibi programladık: 08.00 kalk, 09.00 iş, 12.00 öğle yemeği, 18.00 trafik, 20.00 televizyon, 23.00 uyku… Sonra tekrar başa dön. Hayatın döngüsünü ezberledik ama içeriğini unuttuk. Her günümüz aynı. Tiyatro, sinema, kitap okumak yok. Varsa yoksa sosyal medyada zengin gözükme isteği…
Ne zaman bir çocuğun gülüşüne dikkatlice baktık? Ne zaman bir yaşlının anlattığı hikâyeyi gerçekten dinledik? Ne zaman bir dostumuza “Gerçekten nasılsın?” dedik? Artık ilişkiler bile yüzeysel. Herkes meşgul. Herkes yorgun. Herkes biraz kırgın. Ben de kırgınım. Ama en çok kendime.
Kendine şu soruyu sor: Bu mu hayat?
Şimdi sana basit ama güçlü bir soru soruyorum:
“Bu şekilde yaşamaya devam etmek seni mutlu ediyor mu?”
Eğer cevabın hayır ise, dur. Yavaşla. Çünkü hayatta gerçekten anlamlı olan şeyler, yavaşladığında görünür. O tatlı tebessüm, o içten sarılış, o içini titreten bir şarkı, dalından düşen bir yaprak… Bunların hiçbirine hızlı yaşarken tanık olamazsın.
Yavaşlamak bir kayıp değil, bir kazançtır.
Yavaşlamak, pes etmek değildir. Tam aksine, bu hayatın ipini eline almak demektir. Sabah bir bardak çayı aceleyle değil de sindire sindire içmek… Yolda yürürken kulağını doğaya açmak… Haftada bir gün telefonsuz bir saat geçirmek… Gözünün içine bakarak konuşmak… Kalpten bir teşekkür etmek…
Bunlar küçük şeyler gibi görünür ama aslında insanı insan yapan şeylerdir.
Son sözüm: Yarışta değiliz
Bu hayatta kimse seni geçmeye çalışmıyor. Kimse senden önde değil. Çünkü hayat bir yarış değil, bir yolculuk. Herkesin yolculuğu farklı. Kimininki kısa, kimininki uzun. Kimininki düz, kimininki yokuş. Ama herkesin yolculuğu kendine ait. Ve sen bu yolculuğun tadını çıkarmazsan, sonunda kazansan bile her şeyi kaybedebilirsin.
Bugün bir karar ver. Hemen şimdi…
Elini kalbine koy. Derin bir nefes al. Telefonunu bir kenara bırak. Kendine şunu söyle:
“Ben yavaşlıyorum. Çünkü hayatı hissederek yaşamak istiyorum.”
İşte o zaman, gerçek anlamda yaşamaya başlarsın.
Allah seni özel yaratmış. Parmak izin, dil izin, göz retinan sana özel. Başka kimsede yok… Yavaşla.
Aydın Benli