Risale-i Nur: “Dava Değil, Dava İçinde Bürhandır”
Bediüzzaman Said Nursi’nin “Risale-i Nur dava değil, dava içinde bürhandır” sözü, hem Risale-i Nur’un mahiyetini hem de İslâmî tecdid hareketleri içindeki yerini anlamak bakımından son derece derinlikli ve mana yüklü bir ifadedir.
Bu cümle, Risale-i Nur’un herhangi bir ideolojik, siyasi veya şahsi bir hareket olmadığını; bilakis İslam’ın ve imanın hakikatlerini akıl, kalp ve vicdan sahasında ispat eden bir bürhan (delil) olduğunu beyan eder.
İslam düşüncesinde “dava”, ileri sürülen bir hakikatin, bir iddianın adıdır. Mesela “Allah vardır”, “Kur’an Allah’ın kelamıdır” gibi hakikatler birer davadır. Ancak her dava, kendisini ispatlayacak bir delile, bir ispata ihtiyaç duyar. İşte buna da “bürhan”, yani “delil” denir.
Said Nursî burada çok net bir ayrım yapar: Risale-i Nur, yeni bir dava ortaya koymaz. Yani kendine has, İslam’ın dışında bir düşünce ya da ideoloji teklif etmez. Tam aksine, zaten var olan en büyük davanın, yani Kur’an’ın davasının hizmetkârı ve delilidir. Yani o başlı başına, müstakil bir dava değil, İslam Davası’nın büyük bir delilidir.
Risale-i Nur, 20. yüzyılın inkâr ve şüphe çağında, özellikle imana dair meselelerde zihinlerin sarsıldığı, kalplerin soğuduğu bir dönemde, Kur’an’ın esaslarını akli ve mantıki delillerle izah eden bir hakikatler külliyatıdır. Bu yönüyle Risale-i Nur:
Allah’ın varlığını ve birliğini, kainattan getirdiği delillerle ispat eder. Peygamberliğin, vahyin, ahiretin gerçekliğini, akıl ve mantık süzgecinden geçirerek temellendirir. Kur’an’ın mucizevi yönünü ve insanlığın ihtiyaçlarına verdiği cevapları gözler önüne serer.
Bütün bunlar, Risale-i Nur’un bir davayı ispat eden delil, yani bürhan olduğunu ortaya koyar. Risale-i Nur’un bir dava olmadığı vurgusu, özellikle onu bir cemaatin ideolojisi, bir grubun siyaseti ya da bir şahsın manevi davası gibi göstermek isteyenlere karşı bir reddiyedir. Said Nursî, Risale-i Nur’u:
Ne siyasi bir hareketin parçası, ne ideolojik bir karşı duruşun sembolü, ne de ferdi bir maneviyat öğretisi olarak sunmuştur. Tam aksine, Risale-i Nur, Kur’an’ın hakikatlerini gündeme taşımak, özellikle iman esaslarını kuvvetlendirmek için yazılmış bir külliyattır.
Risale-i Nur’un bürhan oluşu, sadece naslarla değil; akıl, mantık, tefekkür ve gözleme dayalı yöntemlerle iman hakikatlerini ortaya koymasıyla ilgilidir. Bu yönüyle, sadece Müslümanlara değil; hakikati arayan her insana hitap eder. Bu nedenle, Risale-i Nur bir “dava” gibi tartışma üretmez, bilakis “bürhan” olarak gönülleri ikna eder, zihinleri tatmin eder.
Risale-i Nur’un en tesirli kuvvet ve tebliğ kudreti, müellifinin nefsine hitap eden samimiyet ve ihlasıntan sonra Said Nursî’nin “Risale-i Nur dava değil, dava içinde bürhandır” sözüdür; bu ifade, Risale-i Nur’un misyonunu hem özetler hem beyan eder.
O, bir çatışmanın değil; bir ikna ve irşat yolunun eseridir. Ne yeni bir dava icat eder, ne de eski davaları yeniden yorumlayarak şahsi bir hareket kurar. O, Kur’an’ın kadim davasına hizmet eden, imanı yeniden akla ve kalbe taşıyan bir nevi Kur’an tefsiri; Kur’an-ı Kerim’in hakikatların Ahirzaman çağlarındaki tebliğ hareketidir.
Bu yönüyle Risale-i Nur, çağımızda imanı kurtaran bir ilim, şüpheyi izale eden bir nur, hakikati gösteren bir burhandır.
MEHMET NURİ BİNGÖL