G-YNGZ371DBD
Dolar
Euro
Altın
BİST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Risalet Nurlarıyla -Her emri “müsbet” olan Peygamberimize (asm)-

02.07.2025
32
A+
A-

Risalet Nurlarıyla

-Her emri “müsbet” olan Peygamberimize (asm)-

 

Bir çöl sabahında doğdu sesin.

Kum tepeleri ve vaha susarken

güneş bile secdeye vardı.

 

Bir anne yüreğindeki veda

bir yetimlik kadar derin,

bir ümmet kadar bereketliydi gelişin.

 

Gökyüzü seni bekliyordu

sükûtla…

Bir yıldız kaydı

ve Mekke’nin kalbi titredi…

 

Ey sükutun en gür hali,

ey taşları konuşturan rahmet!

Sizinle açıldı sema,

seninle çözüldü zincirler…

 

Bir çobanın duasında,

bir kervanın izinde ve

bir yetimin gözyaşında

adını öğrendi dünya:

Muhammedi Arabi…

 

Gül solsa da

gönüller seninle yeşerdi.

Taşlar, ceylan ve deve bile dile geldi

ve ayetler, sözler, kelam

kalplerde nice can buldu.

 

Simdi ise her ezanla

Siz geçiyorsunuz kalbimizden, femimizden

her salâvâtla diriliyor zaman

 

Size en çok yaklaştığımız an

sözün sustuğu ve

gözlerin dolduğu an…

**

Geceydi

ama karanlık değildi

bir mağara

sessizliğin en derin yerinde

kalbin en dip sığınağında

bir Zat (asm)

susarak konuşuyordu

 

Ne yıldız vardı o an

ne rüzgâr…

Sadece bir bekleyiş

yalnızca bir ağırlık

ve bir ses

görünmeyen yerden

gelen

“Oku!”

 

Dondu zaman,

taşlar sustu

tüyler diken diken oldu göğsünde kainatın…

 

“Oku!”

dedi melek

“yaratan Rabbinin adına”

 

Ve o an

bir çağ başladı;

bir kelime

bir çağlayan gibi

taştan, ışıktan, harften

yeryüzüne indi…

**

Ört beni

dedi

ört beni Hatice!

Çünkü

yüreği yanmıştı nur ile

kelime ve “oku”dan öte

“IKRA” emriyle…

 

Ve o ilk söz

bir tohum gibi düştü toprağa;

Nebaen edip dal budak verdi

Ashab, tabiin, kutup; ümmet oldu kısaca ..

 

Hala yankılanır o mağaranın içinden

bir ses: “Oku!”

Kendini, muazzam kâinatı ve Kur’an’ı

Ve kalbini oku

**

Taş duvarlar arasında

bir kelime dolaşıyordu: Allah Aziz ve Celil!

Ama dudaklarda değil

yüreklerin en derin yerindeydi henüz…

 

Mekke,

putlarla susmuştu

ticaretle, soyla, kibirle

kapanmıştı kulaklar hakikate.

Ama O,

ısrarla çağırıyordu insanı Rabbine;

gece indiğinde yıldızlarla konuşur gibi

gündüzleri ise

taşa toprakla sabrı yazardı

 

Bir el

çocuk başını okşarken

öbür el

zulme taşı yüreğinde taşıyor

 

Hak geldi

ama kolay değildi,

her adımda

bir çığlık, bir işkence

nice kan damlası vardı

 

Yasir şehit düştü

Sümeyye’nin tenine mızrak saplandı

Bilal, taşların altında “Ahad!” dedi

ama o

hep aynı sözü tekrarladı;

hep aynı secdeyi sundu Rabbine:

sabır… sabır… sabır dilemede…

 

Çünkü

O biliyordu ki

zafer, sabırla gelir

zulmün en koyu anında

rahmetin kapısı açılır.

**

karanlıkta ilk ışık oydu

Hira’dan inen o yorgun Zat’a

ilk sarılan, ilk inanan

 

Ört beni, dediğinde

yalnızca bir örtü değil

bir ömür sardı üzerine…

 

İman ve İslam

bir kadının gözünden

bir annenin yüreğinden aktı dünyaya

 

mallarını verdi

yüreğini verdi

sükûnetini

ve dualarını

 

Mekke sırtını dönse de

o hep oradaydı

bir dağ, bir dua gibi…

 

her taş atıldığında

bir sevgiyle örttü yarayı

her yalan söylendiğinde

bir hakikatle doğrulttu onu

 

O varken

yoksulluk yok gibiydi,

yalnızlık eksikti.

Çünkü onun bakışı

bir ümmetin gözbebeğiydi

 

Ve Sen

hep Hatice dedin yıllar sonra bile

çünkü ilk iman

ilk sükûn

ilk dostluk

hep o’ndaydı

**

Sessizdi gece

yıldızlar sarkmıştı semadan

gölgeler yürüyordu dağların ardında

bir kalp

bir emaneti taşıyordu dünyaya

 

Mekke geride kaldı

bir hasret gibi…

bir dağ gibi…

ama yüzü dönüktü hakikate

yol

onu çağırıyordu

 

Bir hurma dalı kıpırdadı

bir kuş

kanadını sessizce açtı

 

Ebû Bekir’in gözlerinde

bir veda duruyordu

ama gözyaşları değil

teslimiyet damlıyordu o an

 

Sevr’in mağarasında

taş bile sükûnet buldu

örümcek

örtüsünü dokudu ümmetin üzerine

bir güvercin

rahmetin nöbetini tuttu

 

Ve sonra

ışıkla doğdu sabah

bir yol

bir şehir

bir çağ başladı

 

Medine

sadece bir şehir değildi artık

bir kalbin

bütün zamanlara kök salışıydı

 

Hicret

bir kaçış değildi

bir dirilişti

ve biz

o yolculukta öğrendik

imanın en güzel adımını.

Bizim hicretimiz bundan geri

Yiğidin yıkıldığı Anadolu değil

Kalbimiz olacaktır artık,

” Arabistan da olsam buraya gelirdim”

Seda salan Üstad gibi…

Mehmet Nuri BİNGÖL/ 2003

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.