Şanlıurfa Yolunda Bekleyiş
Şanlıurfa Yolunda Bekleyiş
Güneş, Fırat Nehri’nin sularına yakıcı bir şekilde vuruyordu. Suyun yüzeyinde altın rengi parıltılar dolaşıyordu. Birecik minibüs durağı, nehrin kıyısına yakın küçük bir meydandaydı. Birkaç bank, bir iki gölgeli ağaç ve tozlu bir asfalt…
Ben, sırt çantamı yere koymuş, yolun ucunu gözlüyordum. Saatlerdir bekliyordum, ama minibüs bir türlü gelmemişti. Önümde Fırat akıyordu; sanki sabrımı sınayan sessiz bir öğretmen gibiydi. Nehir acele etmiyordu; sadece kendi yolundaydı.
Yanıma yaşlı bir adam geldi, bastonuna yaslanmıştı. Selam verdi:
“Evladım, beklemek zor iş ama sabreden kazanır,” dedi.
Gülümsedim. “Yol değil, zaman uzun geliyor amca,” dedim.
Adam gülerek bastonunu yere vurdu.
“Bekleyiş, insanın içini temizler. Nehir gibi ol evladım; akar ama acele etmez.”
Bu söz, kalbime dokundu. Sıcak, toz, yorgunluk… Hepsi bir anda manasını yitirdi. Etrafıma bakındım. Küçük bir çocuk, yol kenarında annesinin eteğine yapışmış, bana merakla bakıyordu. Cebimden şeker çıkarıp uzattım. Gülümseyerek aldı. O an fark ettim ki, bekleyiş aslında bir imkândı; çevremdeki insanları, tabiatı ve kendi içimi fark etme fırsatı…
Bir süre sonra, uzaktan beyaz bir minibüs göründü. Ön camında kırmızı ve mavi yazılar vardı: BİRECİK- ŞANLIURFA
Minibüs durağa yanaştığında, içimde garip bir huzur vardı. Saatlerce süren bekleyiş, bana sadece bir yolculuk değil, sabır ve tevekkülün güzelliğini de öğretmişti.
Bu mazi manzarasından şu neticeyi çıkardım: Beklemek, boşuna geçen bir zaman değil; kalbin terbiye olduğu bir iç yolculuktur. Fırat’ın sabrı gibi, insan da acele etmediğinde, hayatın kendi mecrasında akarak ummana doğru “süründüğünü görür.
Tıpkı.. tıpkı insanın, ötelere göre bir “dabbe’ misali, beyhude yere didinmesi gibi..
Mehmet Nuri BİNGÖL