Sessiz Çığlıklar, Yanan Topraklar:

Sessiz Çığlıklar, Yanan Topraklar: Yangınların Gölgesindeki Türkiye Gerçeği
Kül Olan Ormanlar Değil, Geleceğimiz!
İzmir’in Ege’ye özgü o serinletici esintisi, ne yazık ki son yıllarda yürek yakan bir kasırgaya dönüşüyor. Bu kasırga, alıştığımız orman yangınlarının, cayır cayır yanan umutlarımızın habercisi… Sadece İzmir değil, cennet vatanımızın dört bir yanı, özellikle yaz aylarında alevlerle boğuşuyor. Ama yanan sadece ağaçlar, ormanlar, binlerce masum can değil; yanan, aynı zamanda geleceğimiz, umutlarımız ve yarınlara olan inancımız.
Her yangın mevsimi geldiğinde içimizde tarifsiz bir korku beliriyor, adeta soğuk bir el kalbimizi sıkıyor. Havalar ısınıp da nem oranı düştükçe yüreklerimiz ağzımıza geliyor. Her duman gördüğümüzde, her siren sesi duyduğumuzda, “Yine mi?” diye iç çekiyoruz. Televizyon ekranlarından, sosyal medyadan yükselen alevleri izlerken çaresizlikten başka bir şey hissetmiyoruz.
Bolu’da bir otelde çıkan yangında denetimsizliğe kurban giden 78 can… İzmir’den Bilecik’e, Sakarya’dan Eskişehir’e, Afyon’dan Karabük’e, Zonguldak’tan Bursa’ya uzanan alev cehennemi… Ormanlarla birlikte yanıp kül olan yerleşim yerleri, yangınlara müdahale ederken hayatını kaybeden 10 kahramanımız ve ormanlarda yaşayan binlerce sessiz çığlık, masum hayvan… Her gün farklı bir yerin kundaklandığı, bu yangınların önüne geçilemediği gerçeği içimizi daha da yakıyor.
Peki, neden bu yangınlar bir türlü bitmek bilmiyor? İklim değişikliği, kuraklık, insan ihmali, kundaklama… Sebepleri saymakla bitmiyor. Ama bu sebeplerin ötesinde, içimizi kemiren bir şüphe var: İmar, inşaat, rant uğruna yeni alanlar açmak amacıyla, yangın söndürmek için gerekli altyapının kasten sağlanmadığı düşüncesi… Ülkenin zeytinlik alanları, kıyıları, ormanları, dereleri, gölleri ne için kurban ediliyor?
Terör örgütü PKK tarafından şehit edilen askerimizin naaşını bulmak için Irak’ta bir mağaraya giren 12 askerimizin “metan gazı zehirlenmesinden” yaşamını yitirmesi… Bu nasıl bir denetimsizlik? Bu sorular, yanan ormanlarla birlikte ruhumuzu da ateşe veriyor.
Yangınlarla mücadelede gösterilen çaba takdire şayan, evet. Orman teşkilatımız, itfaiye ekiplerimiz, gönüllülerimiz canla başla çalışıyor, canlarını ortaya koyuyorlar. Ama bu fedakârca mücadele, yangınların büyüklüğü ve sıklığı karşısında bazen yetersiz kalıyor. Daha etkili önleme yöntemleri, daha hızlı müdahale stratejileri ve daha güçlü bir toplumsal bilinç şart. Yanan sadece ormanlar değil, aynı zamanda geleceğe dair inancımız da küle dönüyor.
Yangınlar sadece fiziki bir tahribat yaratmıyor, aynı zamanda ruhsal bir yorgunluk da beraberinde getiriyor. Her yangında doğaya olan güvenimiz biraz daha sarsılıyor. Gelecek kaygımız artıyor. Çocuklarımıza nasıl bir dünya bırakacağımızı düşünürken içimiz burkuluyor, gözlerimiz doluyor.
Bu noktada, hepimize büyük görev düşüyor. Fidan dikmek, ormanlık alanlara çöp atmamak, mangal yakarken dikkatli olmak gibi basit önlemler hayat kurtarabilir. Ama daha da önemlisi, doğa sevgisini içselleştirmek ve bu bilinci gelecek nesillere aktarmaktır. Zira yanan her ağaç, yanan bir yaşamdır. Yanan her orman, geleceğimizden çalınan bir parçadır.
İzmir’in ve Türkiye’nin yangınlarla imtihanı, hepimizin imtihanıdır. Bu imtihanı ancak el birliğiyle, doğaya saygı duyarak ve daha bilinçli adımlar atarak kazanabiliriz. Yoksa yanan sadece ormanlar değil, umutlarımız da kül olmaya devam edecek.
Deniz Karabağ